• ANA SAYFA
  • MURAT ÖZER

MURAT ÖZER

~ THE CRITIC

MURAT ÖZER

Category Archives: HİKAYE

KIYAMET

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Al Pacino, Amoreena, Araba, Black Mamba, Dog Day Afternoon, Elton John, Hiçlik, Köpeklerin Günü, Kıyamet, Murat Özer, Sidney Lumet, İstanbul

GECENİN ilerleyen saatleriydi… Kanepeye uzanmış, çekirdeğimi yanıma almış, sevdiceğim filmlerden birini izlemeye hazırlanıyordum. Hangisi mi? Merakta bırakmayayım sizi, Sidney Lumet’den “Köpeklerin Günü” (Dog Day Afternoon). Hani şu Al Pacino’nun ‘aşkı için banka soyduğu’ şaheser. Epeydir de izlememiştim filmi, yeniden tozunu almak iyi gelecekti, hem ona hem de bana. Keyfim yerindeydi anlayacağınız.
Film başladığında keyfim katlanmıştı, Elton John’dan “Amoreena” eşliğinde dalıp gitmiştim bir kez daha “Köpeklerin Günü”ne. Alttakilerle üsttekilerin tezatını keskin anlarla veren açılıştaki kent manzaraları, iki saat boyunca göreceklerime de enfes bir giriş yapıyordu. Ya da ben öyle sanıyordum!
Henüz açılış görüntülerinin heyecanını yaşamakla meşguldüm ki, aniden donup kaldım. Coşkun bir nehir misali akmaya hazırlanan, sinema sanatına duyduğum sevdayı bir kez daha belgelemeyi uman ben, ciddi ve düşünceli bir tavra bürünmüştüm. Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

TEPENİN ARDI

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

127 Hours, 127 Saat, Aron Ralston, Don’t You Want Me, Fade to Grey, Free Solo, Human League, Kaburga, Kan Kardeş, Kayalar, Keşif, Murat Özer, Nicolas Roeg, Phil Oakey, Sonsuz Çöl, Steve Strange, Tepenin Ardı, Visage, Walkabout, İkinci Kaya

KABURGALARIM çatlamış veya kırılmıştı, ya da ben öyle sanıyordum. Sağ ayak bileğim de burkulmuştu, ama o bölgede hafif bir sızı dışında kırık çıkık yoktu. Yürüyebilirdim. Dönüş yolu uzundu ve yalnızdım. Nicolas Roeg şaheseri “Sonsuz Çöl”deki (Walkabout) gibi yanımda kardeşim de yoktu, yapayalnızdım. Ve fakat adam genç ve ateşliydi, koymazdı o yol! Tabiatı ‘keşif’ turuna tek başıma çıktıysam, bunun sonuçlarına da katlanmak zorundaydım.
Dere tepe yürürken, arada tırmanmam da gerekiyordu. Ve bu tırmanışlardan birinde ayağım kayınca yuvarlanıvermiştim bir 10-15 metre kadar. İşin kötüsü, bu halde yeniden tırmanmam gerekecekti o tepeye. Tepenin ardında ne göreceğim zerre kadar ilgilendirmiyordu artık beni, acıya teslim olmuştum. Sıkıp yok edilebilecek bir acı da değildi ki bu, neremi tutacağımı dahi bilemiyordum. Sen misin saçma sapan yerlere girip çıkan, olacağı buydu işte!
Ağustos güneşinden olabildiğince kaçabilmek için öğleden sonra çıkmıştım yürüyüşe. Ve hava yavaş yavaş kararıyordu, hızlanmalıydım. Bu halde mi?
‘Keşif’ turu dedim ya, biraz rotayı da harmanlamıştım doğrusu. Hava kararırsa dönüş yolunu bulmam zor olurdu. Acıyı bal eyleyip tırmanışa geçmeliydim artık. Kafa sesi gevezeliğini kısa kessem iyi olacak! Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

ŞAHANE HAYAT

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Bebek Parkı, Boğaziçi Üniversitesi, Cüzdan, Deniz, Dilenci, Felsefe, Frank Capra, Garson, Murat Özer, Woody Allen, Yemek, Şahane Hayat

BEBEK Parkı’nda bir bankta ayıldım… Nisan sabahı, buz efektiyle ayıltmıştı beni. Oraya nasıl geldiğim, o banka nasıl kendimi attığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Şarapla yıkanmış gibiydim, leş gibi kokuyordum. Belli ki bir yerlerde yemiş içmiş, dağıtmıştım. Ama nerede, kimlerle, nasıl, hatırlamıyordum.
Telaşla elimi cebime attım, cüzdanım da yoktu. Gece bir yerlerde düşürmüş olmalıydım, ya da bankta ölü gibi yatarken biri gelip söğüşlemişti beni. Bildiğim bütün küfürleri sıralarken, bir yandan da baş ağrısının sağ kanattan gelen hücumlarını bertaraf etmeye çalışıyordum. Beynime çivi çakılıyordu sanki!
İki işçi beliriverdi uzaktan. Parkı temizleyip sulamak için gelmişlerdi. İçlerinden biri beni görüp, tek kelime etmeden bir el hareketi yaptı, kışkışlar gibi. “Sizle mi uğraşacağım” deyip, ardına da tumturaklı bir küfür sallayıp kalktım banktan. Arkama bile bakmadan uzaklaşırken, aynı küfür misliyle takip ediyordu beni. Lügatları benden kuvvetliydi!
Neyse ki peşimden gelmediler; bir de dayak yiyemezdim bu halde… Parktan çıktığımda güneş azıcık da olsa ısıtmıştı içimi. Ayılmanın ötesine geçmiştim, cin gibiydim. Bir de şu baş ağrısı olmasaydı! Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

VAHŞİ KOŞU

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

10, Aşıklar, Bo Derek, Burt Lancaster, Caniler Avcısı, Forrest, Gorod Zero, Kedi, Michael Myers, Murat Özer, Robert Mitchum, Simple Minds, Sıfır Kenti, The Night of the Hunter, The Swimmer, Vahşi Koşu, Yimou, Zhang Yimou

MİDEMİN paramparça olduğunu hissettiren o meşum ağrıyla uyandım bu sabah da… Birkaç aydır bedenimle birlikte ruhumu da teslim almıştı bu ağrı. Çevremdeki herkesi canından bezdiren melun bir adama dönüşmüştüm. ‘İyi insanlık’ motivasyonum neredeyse sıfırlanmıştı. Herkese ve her şeye kuşkuyla yaklaşıp paranoyaklaşmam da cabası. Kurtulmak istiyor muydum bu ruh halinden, o da kuşkuluydu. ‘Kötülük’ün kıskacında debelenmek çekici geliyordu sanki.
Yataktan kalkıp salona doğru seyirttiğimde, içimde kalan son insanlık kırıntılarıyla tek gözlü kedim Yimou’yu (evet, Zhang Yimou!) kucağıma aldım. Onu sevip okşamak, mırıltısını hissetmek, kısa bir süreliğine de olsa iyi geldi. Ama ağrıdan tümden kurtulmak gibi bir şey söz konusu değildi belli ki, yakıp kavuruyordu bütün bedenimi. ‘Dünyanın bütün sabahları’ böyle olamazdı, olmamalıydı!
Yimou’nun mamasıydı, kumuydu derken evden çıkış saatim gelmişti. Daha fazla oyalanmanın anlamı yoktu, çıktım…
(Şimdilik seni serüvene ortak edemedim sevgili okur, kusuruma bakma! Belki ileride…) Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

CİNNET

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Çiftehavuzlar, Cinnet, Kadıköy, Murat Özer, Otel, Otel Katibi, Yaşlı Adam, Zeynep, Şirinevler, İstanbul

KIŞ 1987… Şubat… Soğuklar arasından en soğuğunu seç tadında bir hava… O sıralar yanında kaldığım ağabeyimin Şirinevler’deki evinden çıkıp yola koyulduğumda akşam üstü saatleriydi. Hedefse Anadolu yakası, tam olarak Çiftehavuzlar. Yol uzun, meşakkatli ve hırpalayıcı. Üşenmedim değil, ama söz vermiş bulundum, geleceğim diye. Söz verdiğim yerlere gitmediğim olmuyor muydu, tabii ki oluyordu ama buna ben de gitmek istiyordum belli ki. “Gitmesem bu satırları karalamam da mümkün olmayacaktı” diyerek rahatlatayım kendimi. Ezcümle, iyi ki gitmişim!
Nereye gideceğimi söyledim de, ne için yola koyulacağımı söylemedim. Onu da vakit kaybetmeden arz edeyim efendim. Bir arkadaşımın doğum günü partisine -mümkünse- ışınlanmaktı hedefim. Yanlış anlamayın, ‘partilerde kız tavlama sanatı’nı icra etmek gibi bir amacım yoktu. Sevdiğim, yanında olmaktan keyif aldığım arkadaşımı kıramamış, geleceğim diye söz vermiştim.
Yol serüvenimle kafanızı ütülemeyeyim; bildiğiniz, hepinizin İstanbul trafiğinde neredeyse her gün yaşadığınız bir toplu taşıma çılgınlığı işte! Minibüs, otobüs, vapur ve dolmuştan mürekkep bir ‘kare as’ seyahati. Belki başka bir hikayede bu seyahatin de içinde kayboluruz, kim bilir! Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

BİSİKLET HIRSIZLARI

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in HİKAYE, SİNEMA SE7EN MECMUA

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Adapazarı, Anne, Çark Caddesi, Çark Deresi, Bisiklet, Bisiklet Hırsızları, Cüneyt Arkın, Eski Reci Caddesi, Hüseyin, Körting, Küçük Kovboy, Minibüs, Murat Özer, Pascale Petit, Stadyum, Tümen Sineması, Yumurcak, İlker İnanoğlu

ANNEM cicilerimi giydirdiğine göre vardı bunda bir iş; nereye gidecektik acaba? İnşallah akraba, konu komşuya falan götürmez beni! Hele ki birlikte oynayabileceğim çocuk yoksa sıkıntıdan patlıyorum o gezmelerde. Neyse, enseyi karartmayalım, bekleyelim görelim…
“Hadi bakalım, çıkıyoruz, sana bir sürprizim var” dedi annem. İlginç, bir sürpriz! Annemden pek de beklenmeyecek bir hareketti bu. ‘Sürprizli’ bir kadın değildi annem. Yapacağını hemen yapar, söyleyeceğini pat diye söylerdi. ‘İçi dışı bir’ derler ya, işte tam da öyle bir kadındı. Huzur içinde uyusun!
Kapıdan çıkmadan baklayı ağzından kaçırır diye düşünmüştüm, ama annemde tık yoktu. Kaptığı gibi beni attı kendini sokağa, tek kelime etmeden. Sokaktan çıkıp Eski Reci Caddesi kaldırımlarında yürümeye başladık. Ama çarşıya doğru gitmiyorduk, istikamet tersti biraz. Meraklanmak hakkımdı, meraklandım, hem de çok!
Ara sokaklardan Çark Caddesi’ne çıktığımızda kafamdaki soru işaretleri iyice artmıştı. Evden ayrıldığımızdan bu yana hiçbir soruma cevap da vermemişti. Nereye götürüyordu annem beni?
Caddedeki dükkanlara bakmak daha ilginç gelmiş olacak ki, bir noktadan sonra sormayı da bırakmıştım. Annemin elini sıkı sıkıya tutmuş yürüyor, ‘o anlar’ın keyfini çıkarıyordum. Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

ARA

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in ARKA PENCERE, HİKAYE

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Adapazarı, Ara, Atilla, Çocukluk, Badminton, Coşkun, Edwige Fenech, Faik Amca, Fitaş Sineması, Murat Özer, Sadık, Satranç, Seks X Seks, Taksi, Telli Araba, Yaşar Amca

İLKOKUL dört ya da beşteydim, yani 10-11 yaşlarında. Çocukluk çağım tüm hızıyla, olanca görkemiyle devam ediyordu. Arkadaşlarımla birlikte, Adapazarı’nın çıkmaz sokaklarından birinde oturuyor olmanın avantajlarını allahın her günü kullanıyorduk. Toprak zeminli sokağın araç girişine kapalı, ‘Ara’ dediğimiz bir bölümünü, saatlerce uğraşarak şehrin caddeleri haline getirip telli arabalarımızla turlamak en büyük eğlencemizdi. Bilirsiniz işte, plastik bir arabaya tel geçirip sokakları arşınladığınız türden! İleride arar mıydım bu yılları? Muhtemelen… Kim aramazdı ki? Kim aramadı ki?
O gün de hedefimiz aynıydı: ‘Ara’da telli araba eğlencesi. Vakit kaybetmeden benle aynı yaşlardaki arkadaşlarımla işe giriştik. ‘Ara’yı toz toprak içinde ince ince çalışıp yollarla donatmaya başladık. En güzeli bu oluyordu sanki!
Sokakta yaşıtlarım olmasına ve onlarla birçok ‘çocukça’ oyunu paylaşmama rağmen, en yakın arkadaşlarım benden birkaç yaş büyüktü: Üst katımızda oturan ev sahibimiz Faik Amca’nın ‘fırlama’ oğulları Atilla ve Sadık, bir de mahallenin muhtarı Yaşar Amca’nın ‘uslu’ oğlu Coşkun. Onlar ortaokulda olduğu için telli araba işine pek girmiyorlardı tabii. Kanları bizden farklı kaynıyordu! Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

KARANLIKLAR PRENSİ

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in ARKA PENCERE, HİKAYE

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Blake Edwards, Figüran, Hollywood, John Carpenter, Karanlıklar Prensi, Murat Özer, Perde, Peter Sellers, Sinema Salonu, Sis, Tatlı Budala, The Fog, The Party, Toprak, Toz

KARANLIKTI… Haliyle… Sinemadaydım çünkü… Ama bugünkü karanlıkta başka bir şey vardı sanki. John Carpenter’ın “Sis”indeki (The Fog) denizciler çıkıp gelecek gibiydi. Böyle düşününce biraz da irkilticiydi tabii. Ve çoğu zaman olduğu gibi, üç beş kişiydik salonda. Film başlamamıştı henüz. Diğerlerine bakmayı denedim, yaşadığım tedirginliği onlar da hissediyor mu, görmek istedim. İfadelerini seçmek imkansızdı o karanlıkta.
Filmin başlaması geciktikçe, ruhumu teslim alan karanlığın hakimiyeti artıyordu. Bir şeyler olacaktı, ama ne olacağını tahmin bile edemiyordum. Bu durum, hissettiğim parçalanmayı daha da kritik hale getiriyordu.
Oturduğum koltuğa yapışmış, tek kelime edemeden bekliyordum. Kalp atışımın hızını kontrol etmek şöyle dursun, bedenimin herhangi bir parçasına hakim olmaktan acizdim. Bir süre sonra darmadağın olup toz bulutuna dönüşecek gibiydim. Bir güç tarafından içten içe kırılıp dökülüyordum sanki.
“Panik ataktır o!” dediğinizi duyar gibiyim. Olabilir, ama hikayenin devamını okumadan herhangi bir yargıya varmayın bence…
Neyse… Karanlığın içinde debelenme serüvenime devam edeyim ben. Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

CENNET SİNEMASI

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in ARKA PENCERE, HİKAYE

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Alan Parker, Aleksey German, Alkazar, Andrey Tarkovski, Atlas Sineması, Ayhan Işık Sokak, Ayna, Ömer Kavur, Bab Cafe, Basın Gösterimi, Bernardo Bertolucci, Beyoğlu, Beyoğlu Sineması, Bir Zamanlar Amerika, Bird, Cennet Sineması, Charlie Parker, Clint Eastwood, Cumartesi Gecesi Ateşi, David Lynch, Dünya Sineması, Dovlatov, Emek Sineması, Erol Dernek Sokak, Fil Adam, Fitaş Sineması, Gece Yolculuğu, Han Cafe, John Travolta, Kayıp Otoban, Kuş, Lüks Sineması, Lost Highway, Majestic, Metro, Mississippi Burning, Mississippi Yanıyor, Muppet Show, Murat Özer, Once Upon A Time In America, Oscar, Rüya Sineması, Saray Sineması, Saturday Night Fever, Sütiş, Sergio Leone, Sinema Günleri, Sinema Yazarı, Sinepop, Son İmparator, Statler, Tadı Bal Huyu Zehir, Taksim Meydanı, The Elephant Man, The Last Emperor, Uğur Vardan, Waldorf, Yeni Melek Sineması, Yeşilçam Sokağı, Zerkalo, İnci Pastanesi, İstiklal Caddesi

HAFTA içi günlerin çoğunda olduğu gibi, Uğur’la 9.45’te metroda buluşacaktık, buluştuk da. Tabii ki ben gene beş dakikalık bir gecikmeyle perona varabildim. Uğur oturmuş bekliyordu beni, arka arkaya iki trenin kaçıp gitmesini izlerken birkaç küfür de sallamıştı bana muhtemelen. Neyse ki bu küfürler ‘iyi niyet taşları’yla döşenmişlerdi, zararsızlardı anlayacağınız. Daha doğrusu, bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkan cinstendi!
“İki sinema yazarı sabahın 9.45’inde neden metroda buluşuyor ki?” diye bir soru gelebilir aklınıza. Ben de her şeyden haberdarmışsınız gibi konuşuyorum sizle! Haksızlık ettiğimin farkındayım, affola!
Açıklayayım… Derdimiz basın gösterimleri… Sabahın 10.30’undaki (bir zamanlar 10’du bu saat) ön gösterimlere katılarak mesleğimizi daha iyi icra edebilmeye çalışıyoruz. Kimi zaman ‘boşa harcanmış zaman’ olabilen bu gösterimler, bazı durumlardaysa yedinci sanat adına ‘çok özel’ anlar bahşediyor bize.
Açıklamam yeterli geldiyse, o gün nasıl bir ‘serüven’ yaşadığımıza geçeyim artık…
Sokağa açılan sinemalarda büyümüş bir kuşak olarak, alışveriş merkezlerine tıkılmaktan hazzetmediğimiz bir gerçek. “Muppet Show”daki Statler ve Waldorf gibiydik bu konuda, tam anlamıyla iki huysuz ihtiyar. Uğur’un benden bir tık daha ‘huysuz’ olduğunu da kabul edelim ama!
Neyse ki o günkü gösterim, kapısı -tam olarak değilse de- sokağa açılan ender salonlardan Beyoğlu Sineması’ndaydı. Ha kapandı ha kapanacak diye yılları arkasında bırakan Beyoğlu Sineması’nda.
Sütiş’teki geleneksel kahvaltımızın ardından salona doğru yürümeye başladık. İstiklal Caddesi’ni onca yılda binlerce kez arşınlamışık, bir kez daha rotamız aynıydı. Rotamız aynıydı da, yıllar içinde güzergahtaki ‘manzara’ epeyce değişmişti.
Sinema Günleri zamanında, her ikimiz de birer üniversite öğrencisiyken ‘rahmetli’ Emek Sineması’nın yanındaki ‘rahmetli’ Han Cafe’de tanışmıştık. 30 yılı aşan dostluğumuz süresince, İstiklal Caddesi’nin ‘değişmekten usanmayan’ taşları ve büyük çoğunluğu ‘rahmetli’ olmuş mekanları üzerinde bıraktığımız izler, hatıralar denizindeki yerlerini korusalar da bizler gibi yavaş yavaş siliniyorlardı. Tedavülden kalkmasına ramak kalmış bir kuşağın çocuklarıydık artık!
Zamana direnmenin anlamı yoktu, biliyorduk bunu, ama ‘gelişip güzelleşmek’ten ziyade ‘geril(ey)ip çirkinleşen’ manzaraya karşı ‘nostaljik’ refleksler sergilememiz de kaçınılmazdı. Umutla emekleyen, yürüyen, koşan çocukların elinden çalınanların haddi hesabı yoktu.
Sütiş’ten çıkıp İstiklal Caddesi’ne doğru yaptığımız yürüyüşler, son zamanlarda hep bu hissiyatla başlıyordu, gene öyle oldu. Salladığımız küfürlerin burada yeri yok, sıkça sarf edildiklerini bilin yeter!
Yürüyüşün ilk durakları, Fitaş ve Dünya sinemaları oldu. Bir de Fitaş Cep vardı tabii. Fitaş’ta Bernardo Bertolucci’nin “Son İmparator”u (The Last Emperor), Dünya’da Ömer Kavur’un “Gece Yolculuğu” oynuyordu. “Son İmparator” için Taksim Meydanı’na kadar uzanan bir bilet kuyruğu gözümüze çarptı. Dokuz Oscar’lı film gelmişti caddeye, kaçmazdı! Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

UTANÇ

Öne Çıkan

Posted by MURAT ÖZER in ARKA PENCERE, HİKAYE

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Dekan, Edebiyat Fakültesi, Ermanno Olmi, Il Posto, Ingmar Bergman, Kurtuluş Caddesi, Liv Ullmann, Loredana Detto, Max von Sydow, Metro, Murat Özer, Pangaltı, Sanat Tarihi, Sandro Panseri, Sekreter, Sinemadan Çıkmış İnsan, Skammen, Utanç, Vezneciler, Zamansızlık, İstanbul Üniversitesi, İş

DEDİ… Haklı olarak soruyorsunuz, “Ne dedi?” diye, ama ben de hatırlamıyorum, belki de hatırlamak istemiyorum. Tek hatırladığım, bir cümle oluşturacak kadar kelimenin ağzından çıkıp ortaya saçıldığı… Ve tabii şunu da hatırlıyorum: O cümle yüzümü kavurucu bir alev gibi yalayıp geçti, yakıp kül etmesine ramak kalmıştı. Şimdi nefes alıp size bu hikayeyi anlatabiliyorsam, her şeyi o ‘ıskalama’ya borçluyum demektir…
Güzel bir uyku çekmiş, zımba gibi uyanmıştım. Günü kucaklamak için hazırdım. O bana nasıl davranacaktı bilmiyordum, ama bu ‘enerji’yi heba etmeyeceğinden emindim.
(Hikayenin ev kısmını hızlıca atlayalım isterseniz, ilginç bir şey yok çünkü. Kederli bir şey yaşanmadı; hep neşe, hep kahkaha, hep iyilik/güzellik…)
O gün film izlemek gibi bir niyetim yoktu. Film konusunda akşamdan kalmaydım. Ermanno Olmi’nin “İş”iyle (Il Posto) Ingmar Bergman’ın “Utanç”ını (Skammen) arka arkaya izlemiş, iki günlük şaheser kotamı doldurmuştum. Sandro Panseri ile Loredana Detto ve Max von Sydow ile Liv Ullmann arasındaki farklı tonlardaki aşklarla hemhal olurken, iki ustanın aksettirdiği ‘zamansızlık’ duygusunu da cebime yerleştirmiştim. Havada karada ölüm yoktu benim için anlayacağınız!
Sokakları arşınlayarak ‘aylak adamlık’ yapmaktı hedefim. ‘Sinemadan çıkmış insan’ı da oynamak istemiyordum ama… Okumaya devam et →

Paylaş

  • Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Daha fazla
  • Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...
← Older posts
Follow MURAT ÖZER on WordPress.com

Arşivler

Kategoriler

  • ANALİZ
    • FİLMLER
    • HAYAT
  • FESTİVAL
    • !f İSTANBUL
    • FİLMEKİMİ
    • İSTANBUL FİLM FESTİVALİ
  • HİKAYE
  • KARAKTER
    • DÜNYA
    • TÜRKİYE
  • KISA FİLM
    • DÜNYA
  • KRİTİK VAZİYETLER
  • KİTAP
    • DÜNYA
    • TÜRKİYE
  • LİSTE
    • 100 FİLM
    • 100 ŞARKI
    • 50 FİLM
  • MÜZİK
  • PROFİL
    • DÜNYA
    • TÜRKİYE
  • RÖPORTAJ
    • DÜNYA
  • RESİMALTI
  • SİNEMA-DÜNYA
    • 1940-1949
    • 1950-1959
    • 1960-1969
    • 1970-1979
    • 1980-1989
    • 1990-1999
    • 2000-2009
    • 2010-2019
  • SİNEMA-TÜRKİYE
    • 1960-1969
    • 2000-2009
    • 2010-2019
  • YAYINLAR
    • ALTYAZI
    • ARKA PENCERE
    • BEYAZPERDE
    • DVD+
    • DİKEN
    • EKŞİ SİNEMA
    • EMPIRE TÜRKİYE
    • L'OFFICIEL
    • MYNET
    • MİLLİYET SANAT
    • N STYLE
    • RADİKAL
    • RADİKAL KİTAP
    • SİNEMA DERGİSİ
    • SİNEMA SE7EN MECMUA
    • YILLIK-KATALOG-KİTAP
  • ŞİİR

Twıtter

Tweetlerim

Instagram

“Annesi” ve “Babası” öncesi... #HayatVar
Biz de gençtik, güzeldik mirim!!! #TBT
Yeni Rakı reklamı... @erkanabi @olkano Şenay Aydemir Tunca Arslan @ustat70 Uğur Vardan #YeniRakı
28 yıl önce Cumhuriyet'in önündeydik... Ve hâlâ oradayız... @eh_erv #UğurMumcu
Geçen sene “Hayat” beni uyuturken... #HayatVar #TBT
Soluk alıp verebildiğim sürece unutmayacağım insanlardansın... Huzur içinde uyu güzel arkadaşım!!! #SevimGözay

Facebook

Facebook

Facebook – SE7EN

Facebook – SE7EN

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Vazgeç

 
Yorumlar Yükleniyor...
Yorum
    ×
    loading Vazgeç
    Yazı gönderilemedi - e-posta adreslerinizi kontrol edin!
    E-posta kontrolü başarısız oldu, lütfen bir daha deneyin.
    Üzgünüm, blogunuz yazıları e-posta ile paylaşamıyor.
    Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
    Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
    %d blogcu bunu beğendi: