Not: 6/10
2008 Türkiye, 113 dk.
Yönetmen: Çağan Irmak
Oyuncular: Cemal Hünal, Melis Birkan, Yıldız Kültür, Şerif Bozkurt
BU FİLMİ SEVDİYSEN BUNU DA GÖR!
Acımasız Dünya / Un Monde Sans Pitié (1989)
Yönetmen: Eric Rochant
AŞKI bir ‘yıpranma makinesi’ haline getirmek, insanoğlunun hayatındaki vazgeçilmezlerden biri herhalde. Bir yandan hiçbir duygunun yanına yaklaşamadığı coşkunluğu onunla yaşarken, öte yandan da hayatın tümüne hükmeden bir ‘acı’ vesilesi olarak kabul ediyor insan aşkı. Ve kaçamadığı bu duyguya hapsolmaktan kurtaramıyor kendini. Okumaya devam et →
‘HAYATA dönüş’ operasyonlarının ‘hayatları kararttığı’ gerçeğinden yola çıkarak ‘solmuş’ bir genç adamın son yolculuğunu ajitasyondan kaçınarak anlatan Sonbahar, sinemamızın son dönemlerinde karşımıza çıkan en güzel sürprizlerden biri. Genç yönetmen Özcan Alper, ilk uzun metrajlı çalışmasında didaktik olmaktan uzak anlatımıyla usulca ilerleyen bir ‘ağıt’ formuna ulaşıyor ve özellikle ‘öze dönük’ duyguların açığa çıkmasına vesile oluyor.
Başkarakterin ölümle yüzleşmeye doğru giden serüveni, onu uzun hapislik yıllarının getirdiği kimi alışkanlıkların ışığında kahredici bir yalnızlığa itiyor. Annesiyle, çocukluk arkadaşıyla ya da komşularıyla olan ilişkilerinde ‘yabancı’ gibi duran kahramanımız, Gürcü bir hayat kadınıyla yaşadığı ilişkideyse onun yabancılığından destek alarak ayakta kalmaya çalışıyor, bendini çiğneyip aşmanın hesaplarını yapabiliyor. Sonuç olarak bu iki insanın ‘uzak’ görüntüleri, ‘geleceksizlik’leri ve de motivasyonsuzluk tuzağına düşmüş hayatları eşliğinde gönülsüz buluşmasına tanık oluyoruz hikayede. Hayatının ‘sonbahar’ını erken bir yaşta geçirmek zorunda kalan adamın inandığı değerlerin giderek anlamsızlaştığı bu süreç, sevdiği insanların gölgesinde bir ‘uzaylı’ya dönüşmesini sağlıyor, ‘son yaprak’ın düşmesini bekler hale getiriyor onu. Okumaya devam et →
Not: 9/10
1997 Fransa-ABD, 134 dk.
Yönetmen: David Lynch
Oyuncular: Bill Pullman, Patricia Arquette, Balthazar Getty, Robert Loggia, Robert Blake, Natasha Gregson Wagner, Giovanni Ribisi, Richard Pryor, Gary Busey, Scott Coffey
DAVID Lynch sinemasının bilinçaltında yuvalanan ve oradan izleyiciye zorlu bir seyir süreci sunan yapısının belki de en temel direklerinden biri “Kayıp Otoban” (Lost Highway). Görünenle yaşananın farklılığı üzerinde gezinen bu ‘mikser’ tadındaki film, bir yandan psikanalitik bir hüviyetle yolculuğuna anlam katarken, öte yandan da polisiye bir entrikanın kuyruğuna takılıyor. Her iki kulvarda da yetkinliğini sinemasal zenginlik anlarıyla destekleyen yapım, Lynch’in ilk kareyle son kare arasındaki alanda boşluk bırakmama meziyetini en iyi yansıtan filmlerinden. Okumaya devam et →
BU FİLMİ SEVDİYSEN BUNU DA GÖR!
Kader / Destiny (2006)
Yönetmen: Zeki Demirkubuz
OSLO, Angers ve Antalya Altın Portakal film festivallerinden ödüllerle dönen “Masumiyet”, Türkiye sinemasının son yıllarına damgasını vuran çalışmalardan biri kimliği taşıyor. İnsan ruhunun kötü tarafının yarattığı trajedilerin sinemacısı Zeki Demirkubuz’un ikinci uzun metrajlı çalışması olmasına karşın bir ustalık gösterisine dönüşen yapım, hapisten çıktıktan sonra ‘ilginç’ bir çiftle karşılaşan Yusuf adlı bir anti-kahramanın masumlukla kötücüllük arasında sıkışmış hikayesini anlatıyor. Tanıştığı Bekir ve Uğur çiftinin birbirlerine oldukça ‘farklı’ bir modelde bağlı olmaları, Yusuf’un da doğasına etki ediyor öyküde ve onların tutkusunun yansımalarıyla yaşamaya başlıyor. Çiftin yanındaki küçük kızsa, hiçbir şeyin masum olmadığı hikayede bu görevi üstleniyor ve açmazların ortasında dönenip duran üç karakteri belli bir düzlemde buluşturuyor. Demirkubuz’un son filmi “Kader”deki hikayenin sonrasını anlatan “Masumiyet”; Güven Kıraç, Haluk Bilginer ve Derya Alabora’nın oyunculuk eğitimi verdikleri bir film haline de geliyor. Özellikle Bilginer’in Türkiye (belki de dünya) sinema tarihine geçen uzun monoloğuysa her türlü övgünün ötesinde değerler taşıyor. Çeşitli festivallerden ödüllerle dönen bu ‘kılçıklı’ ama masumiyete de büyük pay biçen Demirkubuz filmi, üç üyesi olan bir ‘kaybedenler kulübü’nün ruhuna saplanmış bir bıçak etkisi yapıyor seyirci üzerinde. “Kader”le birlikte izlendiğindeyse bu etkinin sınırlara dayandığını, durumdan kurtulmak için kaçacak köşe kalmadığını görüyoruz.
Empire Türkiye dergisinin
Nisan 2007 tarihli sayısında ve DVD+ dergisinin
Haziran 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Not: 10/10
1984 Batı Almanya-Fransa-İngiltere, 145 dk.
Yönetmen: Wim Wenders
Oyuncular: Harry Dean Stanton, Nastassja Kinski, Dean Stockwell, Aurore Clément, Hunter Carson
BU FİLMİ SEVDİYSEN BUNU DA GÖR!
Gerry (2002)
Yönetmen: Gus Van Sant
BİR zamanlar ‘Yeni Alman Sineması’ diye anılan akımın içinde önemli bir konuma sahip olan Wim Wenders’in kaybolmak, bulmak (bulunmak), unutmak (hatırlamak) ve paylaşmak üzerine benzerine az rastlanır bir yoğunlukla kimliklenen filmi Paris, Texas, yitip gitmenin kimi zaman kaçınılmaz olduğu bir ruh halinin yansıması. Sam Shepard’ın senaryosunun izini mükemmel bir anlatım geleneğiyle takip eden Wenders, uçup giden geçmişin yeniden ve tokat gibi yolumuza çıktığı anların şiirini yazıyor filmiyle. Okumaya devam et →
Not: 8/10
2004 Güney Kore-Japonya, 88 dk.
Yönetmen: Kim Ki-Duk
Oyuncular: Lee Seung-Yeon, Lee Hyun-Kyoon, Kwon Hyuk-Ho, Choi Jeong-Ho
BU FİLMİ SEVDİYSEN BUNU DA GÖR!
Sevmek Zamanı / Time to Love (1965)
Yönetmen: Metin Erksan
SİZLER bu yazıyı okumaya başlamadan bir ön bilgi vermek istiyorum: Burada okuyacağınız yazı, daha önce mynet internet sitesinde çıkan Boş Ev eleştirisiyle, Radikal gazetesinde yayımlanan Kim Ki-Duk profilinin harmanlanmasıyla kaleme alındı. Her iki metnin temel argümanlarını aldığım bu yazıda, zaman içinde edindiğim kimi ek bilgiler ve görüşler de kendine yer buldu doğal olarak…
Bir ülke tarihinin o ülkenin sanatsal gelişimini şekillendirmesinin, sanatçıların yaratıcılığına yaptığı katkının en temel göstergelerinden biridir Güney Kore sineması. Binlerce yıllık Kore tarihinin tüm çalkantısı bir yana, 20. yüzyılda önce Japon baskısı altında ezilip silikleşen, ardından da 2. Dünya Savaşı sonrasında 38. paralelin iki yakasına hâkim olan Amerikan ve Sovyet hükümetlerinin yarattığı ‘bölünmüş Kore’ imajıyla ‘düşman kardeşler’ moduna konuşlanan bu ülkenin insanları, Soğuk Savaş döneminde Amerikan ve Sovyet bayraktarlığıyla öne çıkarlar. Binlerce yıl geriye uzanan ortak bir kültürün nimetleriyle büyümelerine karşın, kapitalizm ve komünizmin dinamikleriyle hareket etmektedirler artık. 1990’larda Kuzey Kore’nin efsane lideri Kim Il-Sung’un ölümüyle birlikte göstermelik bir ‘yakınlaşma’ trendine giren hükümetlerden güneyde olanı, giderek ‘küçük Amerika’ imajını güçlendirir ve bugünlere kadar gelen bir ‘ilerleme’ arayışı içine girer. Kuzey tarafı ise ABD’nin başına büyük dertler açmanın eşiğine gelir… Okumaya devam et →