ANNEM cicilerimi giydirdiğine göre vardı bunda bir iş; nereye gidecektik acaba? İnşallah akraba, konu komşuya falan götürmez beni! Hele ki birlikte oynayabileceğim çocuk yoksa sıkıntıdan patlıyorum o gezmelerde. Neyse, enseyi karartmayalım, bekleyelim görelim…
“Hadi bakalım, çıkıyoruz, sana bir sürprizim var” dedi annem. İlginç, bir sürpriz! Annemden pek de beklenmeyecek bir hareketti bu. ‘Sürprizli’ bir kadın değildi annem. Yapacağını hemen yapar, söyleyeceğini pat diye söylerdi. ‘İçi dışı bir’ derler ya, işte tam da öyle bir kadındı. Huzur içinde uyusun!
Kapıdan çıkmadan baklayı ağzından kaçırır diye düşünmüştüm, ama annemde tık yoktu. Kaptığı gibi beni attı kendini sokağa, tek kelime etmeden. Sokaktan çıkıp Eski Reci Caddesi kaldırımlarında yürümeye başladık. Ama çarşıya doğru gitmiyorduk, istikamet tersti biraz. Meraklanmak hakkımdı, meraklandım, hem de çok!
Ara sokaklardan Çark Caddesi’ne çıktığımızda kafamdaki soru işaretleri iyice artmıştı. Evden ayrıldığımızdan bu yana hiçbir soruma cevap da vermemişti. Nereye götürüyordu annem beni?
Caddedeki dükkanlara bakmak daha ilginç gelmiş olacak ki, bir noktadan sonra sormayı da bırakmıştım. Annemin elini sıkı sıkıya tutmuş yürüyor, ‘o anlar’ın keyfini çıkarıyordum. Okumaya devam et →
ADAPAZARI’NDA bir yazlık sinema, istasyonun karşısındaki Arzu Sineması… Annemle babamın ellerine yapışarak adım attığım esrarengiz bir dünyaydı benim için burası, her geldiğimde adeta aklımı uçuran. Öyle Amerikan filmlerindeki gibi ‘arabalı’ falan değil tabii; yüksek duvarlarla çevrilmiş bir alan, film gösterimi için bir tarafı devasa boyutlarda yükseltilmiş. Haliyle bembeyaz badanayı yemiş o yüksek duvar, ama yazın ilerleyen günlerinde filmlere eşlik eden lekelere bulanmış olması da şanından! Tahta sandalyelerde gazoz içip çekirdek içleyerek film izlenen ve tabii fosur fosur sigara da içilen bu atmosferde küçük bir çocuk olmanın avantajlarını tahmin edersiniz. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, ama en güzelini söyleyeyim: Film izlerken annemle babamın kucağına uzanıp şekerleme yapmak. Tarifi yok o enfes uykunun! Artık herhangi bir şekilde yaşanamayacak olması da içimi acıtmıyor değil…
Beş ya da altı yaşındayım… Yazlık Arzu Sineması’ndayız gene. Bunu duyan da zırt pırt sinemaya gidiyoruz zannedecek! İyisi mi, kendimizi ‘şanslı’ hissettiğimiz akşamlardan biriydi deyip yanlış anlamaların önüne geçeyim… Alain Delon ve Jean-Paul Belmondo’lu bir film olduğunu biliyorum da, hangisiydi emin değilim, “Borsalino” olabilir. O olsun lütfen! Okumaya devam et →
Not: 6/10
2010 Fransa-Avustralya-Almanya-İtalya, 100 dk.
Yönetmen: Julie Bertuccelli
Oyuncular: Charlotte Gainsbourg, Morgana Davies, Marton Csokas, Christian Byers, Tom Russell, Gabriel Gotting, Aden Young
BU FİLMİ SEVDİYSEN BUNU DA GÖR!
Ana ve Oğul / Mat i Syn (1997)
Yönetmen: Aleksandr Sokurov
HAYATIMIZIN merkezine koyduğumuz bir insanı kaybettiğimizde çektiğimiz acı bir yana, onun yerini dolduracak bir ‘şey’le avunuruz çoğu zaman. Kimi zaman bu bir eşya, kimi zamansa başka bir insan olur. Kendimden örnek vermem gerekirse, benim için babam bir ‘hırka’dır artık, onun uzun yıllar üzerinden çıkarmadığı kahverengi hırkası. Artık eskiyip (zaten eskiydi) yıpranmış o hırkayı giydiğimde ‘beni ben yapan’ adam olurum, onun hiç ‘eskimeyecek’ duruşunu taklit ederim. Deneyimlediğim ya da gördüğüm birçok ‘arıza’ya isyan ettiğimde, her açıdan yapayalnız kaldığımda, umutsuzluk duvarına tosladığımda o hırkadır beni dipten gün yüzüne çıkaran. Onu yok etmenin beni eksilteceği aşikardır. Ama aynanın öte yakasından bakmaya çalıştığımda, onun eksikliğiyle ‘tek başıma ayakta durma’ reflekslerimin gelişeceğini de düşünürüm bir yandan. Anlayacağınız, yaman bir çelişkidir yaşadığım… Okumaya devam et →